14 Ekim 2012 Pazar

İletişim Çağı

Teknoloji epeyce ilerledi tabi. Artık yaptığımız yer bildirimlerinden ötürü polise "bilmem neredeydim" diye yalan ifade bile veremediğimiz günler yaşıyoruz. Her şey çok yakın her şey bir nefes kadar uzakta. Ortaokuldaki matematik hocamın ismimi unutmayıp beni facebook sayesinde bulup beni enteresan bir heyecana sürükleyebileceği günlerden geçiyorum. Fakat biri vardır aramak istersin arayamazsın, görmek istersin göremezsin, konuşmak istersin konuşamazsın, yaklaşmak istersin yaklaşamazsın... Hadi bunlar bir yana teknolojik nimetler sayesinde facebook yolu ile mesaj atmak istersin atamazsın, twitter 'ı bunun için zaten kullanamazsın. Yoğunluktan ötürü haftalardır yazamadığın bloga bir gece ansızın birkaç dakika içinde bir şeyler karalarsın "acaba bunu okuma ihtimali var mı" diye umut edersin. Belki de küçük bir heyecandı. Tıpkı sönmüş bir mangalın küle dönüşmüş közünde görülen ufak bir kıvılcım gibi. İletişim Çağı 'nın çözüm bulamadığı sorunlarım var, bilemiyorum!  

30 Ağustos 2012 Perşembe

Bir Mektup

Yirmi üç yaşındayım. Ergenlik heyecanlarından kurtulup, mantık çerçevesinde gerçek dünyayı fark edeli biraz zaman geçti. Ama hâlâ engelleyemediğim heyecanlarım var. İskambil kartları, zarf içinde gönderilmiş bir mektup, beklentisiz saplantılı sadakat duyguları gibi şeylerin büyüsüne hâlâ inanıyorum ve bunlardan vazgeçmek elimde değil. 

Ben bugün ilk defa birinden mektup aldım. Bunu bana yaşatan insana binlerce kez selam olsun. Arada böyle heyecanlar için kendinize torpil geçin. Hepsi bir yana, ben bu heyecanı hangi cümlelerle kime anlatayım hiç bilmiyorum. Yalnız yaşayamayacağım kadar büyük geldi bana.

Ve biliyorum ki benim gibi insanlar var bu dünyada. Telefonla kısa mesaj yerine, eline mektup geçince mutluluğu bulacağını düşünen insanlar var etrafta. Biliyorum, arıyorum ama bulamıyorum. 

17 Haziran 2012 Pazar

İyi ki Doğdum









Doğum günüyle alakalı bir yazı yazılabilir. Yani filmler, kitaplar, anılar falan yazıyorsam doğum günü yazısı neden yazmayayım ki? 15 Haziran benim doğum günüm. Tamam, an itibarı ile 18 Haziran olabilir ama meşgul adamlarız işimiz gücümüz var. 23 yılı bitirdim üç gün önce bu hayat adına. Yeni bir yaş, yeni beklentiler, daha ilk günüyle başlayan yeni hatalar... Bu seneyi farklı kılan ufak ayrıntılar mevcut elbet. Yeni yaşıma bir otogarda bulunan yalnız bir bankın üzerine uzanmış Oğuz Atay - Korkuyu Beklerken 'i okuyarak girdim. Ne kadar iç açıcı bir durum kestirmek kolay değil. Yani Gözde 'nin dediğine bakılırsa aslında bir bakıma doğum günü hediyesi gibi. Kastamonu Otogar ve Oğuz Atay. İzmir değil Kastamonu, park değil terminal. Sanırım hem Gözde hem ben hayatın dram kısmını biraz seviyoruz. Yani hayatın karanlık tarafını. Tıpkı Zeki Demirkubuz filmleri, Oğuz Atay kitapları gibi. Bunlar bir yana zaman geçtikçe bu tarz konuların raconu da değişiyor. Eskiden saat tam 00.00 'yi vurduğunda direk sms gönderip kutlayanlar ve bunu her sene yapanlar olurdu. Artık facebook var ve insanlar bunları pek denemiyor. Zaman geçtikçe bu kutlamalar neye dönüşür bilemiyorum. Değişmeyen tek şey ise böyle günlerin güzel tarafının dostlarla ve aileyle birlikte geçiyor olması. Söyleyebilecek tek şeyim "iyi ki varsınız" demek. Bende iyi ki doğmuşum, iyi ki varım, iyi ki yaşıyorum. Nice mutlu yıllara Orhun Gençosmanoğlu... 

10 Şubat 2012 Cuma

Teknoloji Köreltir











Geçenlerde Genç Adam 'a Oğuz Atay 'ın Günlük kitabını yazarken, bir fırsatını bulup bilgisayardan değilde kalemle kağıtla yazdığımdan bahsetmiştim. Aslında çok fazla şey düşündürmeye yetmişti bana uzun bir aradan sonra elime kalem kağıt almak. Bilgisayarın bu tarz konularda insanı nasıl körelttiğini, düşündürmeyi nasıl unutturduğunu, internet denen bu mucizenin bize getirdiklerinin yanında neler alıp götürdüğünü düşündüm uzun uzun. Bunu bilgisayar ve internetle kısıtlamak doğru değil elbet. Cep telefonu isimli mucizeyide pekala bu listeye ekleyebiliriz. Cep telefonunun, internetin bu derece hayatımızda olmadığı dönemi çok ucundan hatırlayabiliyorum ben. Babamın "nasıl oluyordu bilmiyorum ama biz aradığımız arkadaşımızı anında buluyorduk" cümlesini iç geçirerek söyleyecek kadar olmasa da cep telefonsuz ve internetsiz hayat -en azından bu derece içimize işlemediği hayat- birazcık hatırlatıyor kendini bana. Cep telefonunu bir gün yanımıza almadan yaşamayı denesek ya... İnternet kullanmadan ders kaydı yapabilmenin yollarını araştırsak mesela. Olmazzzz. Yapamayız. Yemez müdür. Birkaç gün önce biriyle konuşuyorduk, şimdi hatırlamıyorum kim olduğunu, internet ve cep telefonunun hayatımıza girdiğinden beri edebiyat konusunda çok önemli isimleri olan altın bir nesil yetişmediğinden bahsettik. Ne derece katılır insanlar bu fikrime bilmiyorum ama eski şairlerin ve eski yazarların gün itibarı ile daha çok tutulduğu bir gerçek. En çok sevindiğim konulardan bir tanesi ise kitabı eline alıp okumanın keyfini hala öldürebilmiş değil teknoloji. İnsanlar bilgisayar ekranından okuduklarının akılda çok fazla kalmadığının, kitabın hala çok farklı bir olayı olduğunun bilincinde. Allah bozmasın diyelim. Son sözüm ise, bence insanlar günün birinde teknolojinin getirdiklerinin yanında götürdüğü şeylerin farkına varacak ve bir geri dönüş yaşanacak. Bu ne kadar yakın bilmiyorum ama bir gün kesin olacak diye düşünüyorum. Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.

3 Şubat 2012 Cuma

Sanırım Yalnızım

Gecenin bu saatine neden buradayım bilmiyorum açıkçası. Bu kadar çok şey düşünmeyeli çok zaman oldu. Neden bu gece bilmiyorum, özel bir sebebi yok aslında. Ölmeden önce yapmak istediğim o kadar çok şey var ki... Bunların hepsine sıra gelecek mi ya da ben tatmin edici ölçüde hepsini başarabilecek miyim emin değilim. Bazen düşünüyorum da mal gibi yaşıyoruz bu hayatı. Bu kadar çok derdimiz olmamalı, bu kadar çok işimiz olmamalı, bu kadar meşgul olmamalıyız, başkalarıyla bir şeyler paylaşmak için ayırabilecek vaktimiz olmalı. Yalnız yapamam ben, beceremem yani. Tek başıma kaldığım zamanlarda elim ayağıma dolaşıyor. Yalnız kalmayı son denediğimde üç gece üst üste yatakta enine uyuyakaldım mesela. O yüzden yapmak istediğim bir çok şeyde, hayatta gelmek istediğim birçok noktada yanımda görmek istediğim birileri var. Ama olmuyor, ben ne zaman bu konuda bana yardım edebilecek birilerine tutunsam ya onlar beni bırakıyor ya da ben onları. Yalnızlık edebiyatına hep uzak kalmak istiyorum, ergen yıllarında yaşanan "bu hayatta kimsem yok" trajedisini dillendirmek istemiyorum ama sanırım yalnızlığın tasviri şu an içinde kendimi bulduğum durum olabilir. Oğuz Atay 'ın dediği gibi: "Canım insanlar! Sonunda, bana, bunu da yaptınız."

1 Ocak 2012 Pazar

Maden Mühendisi Olmak














Üniversiteyi sınava ikinci girişimde kazamıştım ben. Hacettepe Üniversitesi Maden Mühendisliği. Hala daha okuyorum. Üçüncü sınıftayım ve hazırlık yılını da sayarsak tam dört yıldır oralarda bir yerdeyim işte. İşin aslı, hiç istememiştim mühendis olmayı. Bunun sebepleri anlatılabilinir ama konu bu değil, farklı bir şeyden bahsetmek için yılın ilk günü buradayım. Benim bu okulu kazandığım güne dair anılar taptaze aklımda aslında. Daha dün gibi sanki ama üç buçuk sene geride kalmış bile. 
 
Küçükken çocuklara sorduğunuz zaman "büyüyünce ne olmak istiyorsun?" diye cevaplar belli gibidir aslında. Öğretmen, doktor, pilot, asker, polis... Hiç maden mühendisi olmak istiyorum diyeni duymadım. Maden bir yana herhangi bir mühendis olmak isteyen bir çocuğu da elinizle tutup çıkarabilirsiniz aralarından.
 
Ben hiç mühendis olmak istemedim. Çocukluk aşkım, ilk göz ağrım avukat olmaktı. Nedenini bilmiyorum ama o yıllarda saplantılı bir avukat olma isteğim vardı. Hemen her çocuk gibi bende belli mesleklerle zaman zaman aldattım sevgilimi. Bana ait yeteneklerin ve ilgi alanlarının kendini gösterip, sivrilmeye başladığı zaman ise birçok meslekle flört ettim. Üniversiteye girmeden önce geldiğim son nokta da ise İdari Bilimler zirve yapmış durumdaydı. Para yönetimi benim için uygundu sanırım. Ama dediğim gibi Maden Mühendisi oldum. 
 
Üniversite yılları, yeni bir hayat, yeni insanlar, farklı bir ortam... Bunlarla başladım üniversiteye. Birinci yılın ardından bölüme geçtiğim zaman ise bazı şeyleri düşünmeye başladım. Bu düşünceler her geçen gün birbiri üstüne bir basamak gibi sıralanarak büyüdü, büyüdü, büyüdü ve şu an size anlatmak istediğim noktaya geldi. 
 
Konuya girersek, gerçek şu ki; hiç kimse Maden Mühendisi olmak istemez. İstisnalar kaideyi bozmaz elbet. Belirli bir yaştan sonra, belli şeyleri görerek, belli şeyleri yaşayarak, öğrenerek ve düşünerek bu noktaya gelmek isteyebilir insan. Nitekim benimde var bu şekilde bölümü okumaya gelmiş birkaç arkadaşım. Ama gelenlerin çoğunun gelme sebebi ortak bir paydada birleşir. Hacettepe Üniversitesi, İngillizce eğitim, mühendislik, mezun olunca kolunda altın bilezik vs. Bunların hepsi anlatılanların, yönlendirme yapanların cümlelerinin ve sizin aldığınız puana göre yazmak istediğiniz yerlerin biçimlenmesiyle aklınızda oluşur ve orayı yazarsınız. Hadi genelleme yapmayalım ve bu benim için böyle olmuştu diyelim. 
 
Bizim bölümün kendi içinde farklı olmasını sağlayan belli sebepler var. Çok fazla Ankara 'da yaşayan öğrenci mevcut. Şehir dışından gelenlerin sayısı diğer bölümlere göre daha az olduğu için Ankara hayatına adaptasyon çok daha kısa sürer. Okulun en sosyal bölümü diye bir sıralama yapılsa kendine hatırı sayılı bir yer edinebilir. Her bölümde vardır ya böyle en önde ders dinleyen, deli gibi not tutan ders çalışmaktan başka hiçbir şey yapmayan bir kısım öğrenci... Ha işte onlardan bizim bölümde, en azından bizim dönemde hiç yok mesela. Hocalarla öğrenciler arasında ki ilişkiler oldukça iyi seviyede. Birbirinden not saklayan, sadece menfaat için bir arada olan öğrenciler gibi üniversite hayatından çok aşina olduğunuz kavramlar bizim oralara pek uğramıyor. İnsanlar oldukça samimi, kalabalık gruplar halinde arkadaşlık yapıyorlar, derslerle alakalı her konuda birbirlerine çok yardımcılar(bu konuyla ve bunun dışında arkadaşlığıyla alakalı, kendi adıma Merve 'ye hayatımın en önemli teşekkürlerinden birini borç bilirim) ve emin olun başka yerlerde kolay kolay göremeyeceğiniz türden çok samimi ilişkilere sahipler. Bu örnekler çoğaltılabilir. Bunlar bu bölümde okumayı sevmek için belli sebepler. Bunları size neden anlatıyorum ben peki? Bir yerlere bağlayacağım bu yazıyı elbet sadece böyle şeyleri bilin istedim.

Yerin altına indiğiniz zaman(ben bunu sadece bir kere yaptım), orada bambaşka bir hayat olduğunu görürsünüz. Saatlerce gün ışığı göremeyen insanlar var orada. Orada yemek yiyorlar, nefes alıyorlar, sohbet ediyorlar... Vagonlara binip yeryüzüne çıktıkları zaman ellerinde ya da baretlerinde bulunan feneri, oksjen maskesini, tulumu, botları çıkarıp bir kenara bırakıyorlar ve duştan sonra ikinci hayatları başlıyor. Oksijen maskesiyle madene inmek kanuni bir zorunluluk bu arada. Yani devlet ölüm riskine karşı bir önlem almış. Gerçek bu; ölüm size dışarıda yaşayan bir insandan çok daha yakın. Hayat mücadelesi diyorlar ya sürekli, yeraltında onun sınıf atlamış hali mevcut. Rayın üzerinden araçla aşağı inerken etrafa baktığınız zaman bunu anlamak çok güç olmuyor zaten. Geride bir şeyleri bırakıp iniyorsunuz. Bunu her gün yapan insanlar var. 
 
Staj için bu yaz Muğla-Yatağan 'daydım ve bazı sebeplerden ötürü gittiğim gün stajı yakarak geri döndüm. Pişman değilim aynı şeyler tekrar olsa bunu tekrar yapardım. O gün Yatağan 'a indiğim zaman saat çok erkendi ve Yatağan Otogar 'ında birkaç saat geçirdim. Bir adamla sohbet ettim. Babası maden işçisiymiş, kendisi maden işçisiymiş ve oğlu Maden Mühendisliği okuyormuş. Başımı başka bir yana çevirdiğimde birkaç kişi orada bulunan kömür madeni üzerine bir şeyler konuşuyorlardı. Aynı gün gündüz saatlerinde birkaç işimi halletmek için Yatağan 'ın merkezine indim ve etrafta sürekli madenle alakalı sohbetler kulağıma çarptı. Ben o gün anladım ki madencilik kader gibi bir şey aslında. Orada bulunan kömür ocağı, Yatağan 'ın her şeyi aslında. Bunu ister kabul edelim ister etmeyelim. Bu hayat farklı, bu hayat diğerlerine benzemiyor, bu insanların yaptığı işlerde diğer insanların yaptığı işlere benzemiyor. 
 
Ben hiç mühendis olmak istemedim, en başından beri üstelik. Daha çok ilgimi çeken ve beni mutlu edecek şeylerle uğraşmak istedim hep. Bölüme girdiğim günden beri de günün birinde cidden mühendislik yapacak mıyım yapmayacak mıyım diye düşünüp duruyorum. Okulla alakalı hayatımın en yoğun günlerini geçirdiğim şu günlerde (bu dönem üçüncü sınıfın ilk dönemi ve ben "üçün birini almak" lafının buradan geldiğine inanmaya başladım) bunun üzerine uzun uzun düşünüyorum ve kendime göre belli sonuçlara vardım. SORU 1 - Eğer başka bir bölümde okuyor olsam şu an olduğum kadar mutlu olur muydum? SORU 2 - Okulu bitirdikten sonra mühendislik yapacak mıyım? SORU 3 - Okulu bitirdikten sonra mühendislik yaparsam bu beni mutlu edecek mi? 

CEVAP 1 - Başka bir bölümde okuyor olsam şu an olduğum kadar mutlu olur muydum bunu bilemem. Ama gerçek şu ki, eminim şu an birçok yerde olamayacağım kadar mutluyum ve birçok yerde bulamayacağım kadar çok güzel insanla bir aradayım. Seviyorum hepsini. CEVAP 2 - Okulu bitirdikten sonra mühendislik yapmayacağım, Maden Mühendisliği yapacağım. CEVAP 3 - Okulu bitirdikten sonra mühendislik yapmak değilde Maden Mühendisliği yapmak beni mutlu edecek artık buna eminim. Bu hayatı yaşamak istiyorum. Sıradan insanların yaşadığından daha farklı bir hayatım olsun isterdim hep ve bunu bana çok net sağlayabilecek bir bölümde okuduğumu farkettim son birkaç haftada. Bunu almak için her şeyi yapacağım. İstediğimi aldığım zaman ise, sıfatımın Maden Mühendisi değil de "Madenci" olmasını tercih ederim. Dediğim gibi, orada yaşanan farklı bir hayat var ve ben bunu istiyorum.
 
Buna dair anlatmak istediğim bir dolu şey var aklımda ama bir blog için fazla uzun bir yazı olsun istemiyorum. Madenci olmak, bir kaderdir ama ihmal sonucu bir kazayla göçük altında kalıp ölmek bu kaderin bir sonucu değildir. Kader kısmı sadece yapılan seçimle ilgilidir. Madenci olmak, iyi ilişkilere ve iyi arkadaşlıklara sahip olmak demektir, üstelik menfaat olmadan. Madenci olmak, eğlenmesini bilmektir ama sadece gerektiği zaman ve gerektiği kadar. Madenci olmak, saatlerce gün ışığı görememektir. Madenci olmak, Jaw Crusher videosu izlerken hayatta birçok şeyden almadığı kadar keyif almaktır. Madenci olmak, çamura bulanıp bundan ötürü mutlu olmaktır. 
 
BU DÜNYANIN YARAMAZLIK YAPAN VE BUNDAN HAZ DUYAN MADENCİLERİ ADINA...